Yeni seneye girilmesi ile birlikte, çocukları, anasınıfı hazırlık ve ilkokul birinci sınıfa başlayacak anne babaları bir telaş aldı bu günlerde. Eylül ayında başlayacak olan akademik yıl için anne babalar, Ocak-Şubat aylarında okulları gezmeye, öğretmenleri araştırmaya, özel okul mu devlet okulu mu diye sorgulamaya, akademik okul mu yoksa sosyal okul mu diye kara kara düşünmeye başlıyorlar.
İnsanın tüm enerjisini alıp götüren kararsızlıklara gebe olan bu dönemde anne babalar, kendilerini bir çıkmazda hissediyorlar. Peki, anne babalara sorsak nasıl bir okul hayal edersiniz diye, yanıt olarak neler duyarız? Verecekleri yanıtların arkasında yatan inançları nelerdir? İnançların temelinde hangi yaşanmışlıklar ve kaygılar vardır? Anne babalar, okul seçimi kararlarını etkileyecek olan inanç sistemlerini yeniden değerlendirebilecek olsalar, farklı bir okul hayal edebilirler mi?
Anne babalar, çocuklarının geleceğine dair en temel yatırımlardan biri olan eğitim hayatının başlayacağı yer olarak okul seçerken genel olarak şu kriterleri esas alırlar: maliyet, uzaklık, ulusal sınavlardaki başarı, yabancı dil öğretimi, öğretmen kalitesi, sağlayacağı sosyal kazanımlar vb. Aileler çocukları için “en iyisi” olduğuna “inandıkları” okullar için bu kriterlere göre karar vermenin ötesinde, şartlarını bu kriterlere denk getirmeye çalışır hale gelmişlerdir; maliyetin aile bütçesini aştığı durumlarda kredi çekilerek finansman sağlanması, okul-ev mesafesinin kısalması için evin taşınması gibi.
Devlet okulları, yabancı dil dersleri, sanat ve spor dersleri gibi okul saati dışında yaptıkları etüt eğitimlerini ön plana çıkarırken, özel okullar, ulusal sınavlarda gösterilen başarı, yabancı dil eğitimi, okul kampüsünün buz pateni alanı, yüzme havuzu gibi fiziki imkanlarını ön plana çıkarabilmektedir. Ebeveynler, özellikle de çalışıyorlarsa kısıtlı zamanlarında, bir okuldan diğerine koşarak, çevrelerindeki benzer deneyimlerden geçmiş anne babalara danışarak, sosyal medyadaki subjektivitesi yoğun veli forumlarında yazılmış yorumları takip ederek bir karara varmaya çalışmaktadırlar.
Bugünün anne babalarını içine çeken açmazın sebebinin, kendilerinin almış olduğu eğitimin doğal bir sonucu olduğunu söyleyebilir miyiz? “Nasıl düşüneceğimizden ziyade, ne düşüneceğimize odaklanmak”. Filozof eğitimci John Dewey “Bugün dün öğrettiğimiz gibi öğretiyorsak, çocuklarımızın yarınını çalıyoruz demektir.” demiştir.
Bu karar mekanizmasının içinde çocuk nerede yer almaktadır? Çocuğu geleceğine hazırlayan eğitim nasıl olmalıdır? Ezberci sisteme dayalı olarak bilgiyi veren ve başarı ölçütü olarak da ezberlenmiş bilginin ne kadar iyi hatırlandığını ölçen bir eğitim modeli içinde adeta tatil köyü seçer gibi fiziki özelliklere bakılarak karar verilmeye çalışıldığında gözden kaçırılan neler vardır?
İnsanın yaşam amacını bulabilmesi kendini kabul edebilmesi, potansiyelini keşfedip yaşayabilmesi ile sağlanır. Akademik olarak son derece başarılı (okul not başarısı, ulusal sınav başarısı) olan öğrencilerin iş hayatlarında yöneticilik becerilerinin zayıf olması nedeni ile yükselemediği, ya da iş hayatındaki dengeleri yönetemediği için mutsuz olduğu, yüksek kaygıları sebebi ile aile kuramadıkları, akademik olarak başarısız addedilen öğrencilerin ise kendi işlerini kurup kendilerine maddi ve manevi tatmini yaşadıkları güzel bir yaşam kurabilmiş olduklarını çevremizde görmekteyiz. O vakit “başarı” nedir?
Özel okulların vaatleri arasında “çocuğunuz okulumuzdan mezun olduğunda bir enstrüman çalabiliyor olacak, dünyaca tanınmış ressamların resimlerini tanıyor ve kopyalarını resmedebiliyor olacak, bir sporu yapabiliyor olacak, şu şu sınavlarda derece yapabiliyor olacak” bulunmaktadır. Peki esas olan enstrümanı çalmayı öğrenmiş olmak mıdır? Bir sporun kurallarını öğrenmiş ve gereğini yerine getirebiliyor olmak mıdır? Yoksa sanatı, sporu hayata katmak, özümsemek, tüketenden üreten konumuna geçebilmek midir hayata anlam kazandıracak olan?
Çocuklar dünyaya “tam” gelirler. Ancak, sevgisizlik ve değersizlik ile karşılaştıklarında, yargılandıklarında, ebeveynlerin zamansızlıklarına boyun eğdikleri her seferinde bir parça eksilirler.. Ebeveynler eksilen parçaların yerini piyano kursları, okul sonrası ödev etütleri, haftasonu kursları ile doldurmaya çalıştıklarında acaba eksilen parçalar yerini doldurabilir mi?
Hayat yolculuğunda çocuklara kendilerinin de keşfedebileceği alanlar bırakabilmeyi ebeveynler olarak sağlayabiliriz. Çocukların, ruhlarını müziğe bırakabilmelerine, spor ile bedenlerini ve zihinlerini güçlü ve sağlıklı yapabilmelerine, sosyal bir eğitim ortamı ile okul arkadaşlarını rakip olarak değil ama birbirinden öğrenecekleri takım arkadaşları gibi görebilmelerine, başarısızlığı yolun sonu yerine bir öğrenme alanı olarak yaşayabilmelerine rehberlik edebiliriz.
Ebeveynler önce kendi eksilmiş parçalarını yerine koysalar, yaşam anlamını bulma yolunda kendilerini engelleyen duyguları ve inanç kalıplarını keşfetseler ve kendilerinin ve çocuklarının “tam” halini doyasıya beraber yaşasalar, ebeveyn olarak görevlerini kurslara, okulların vaatlerine ihale etmeseler ve çocuklarının geleceklerini kurmaya çalışırken kendileri önce “var” olsalar daha doyumlu bir hayat sürebilirler. Yaratıcı Okullar kitabının yazarı Dr. Ken Robinson, “Değişim insanın kendi içinden başlar ve oradan kendi yolunu bulur. Çocuklarımıza kalpten inandığımız zaman, onlar da kendilerine inanmaya başlayacak. Böylece onların farkında olmadıkları potansiyellerini açığa çıkarmalarına yardımcı olacağız.” demiştir. Ebeveynler inanmaya kendilerinden başlayarak, hayallerindeki okulu ve eğitim modelini aramanın ötesinde onu talep eder hale gelebileceklerdir. Mahatma Gandhi’nin dediği gibi, “Dünyada görmek istediğiniz değişimin kendisi olun.”